5 sene önce
5 sene önce

Albert Camus Kimdir?

Albert Camus Kimdir?

Albert Camus, sık sık intiharı düşündüğünü dile getirmesine karşın, hayatın yaşanılmaya değer olduğunu savunmuştur. Felsefe bölümünü bitirmiş ama kendisini hiçbir zaman filozof olarak tanımlamamıştır. Bu yazımızda Albert Camus Kimdir? sorusunun cevabını arayacağız.

Nerede ve ne zaman doğdu?

7 Kasım 1913’te Cezayir’de dünyaya gelmiştir.

Gençlik yılları

Babası Alsace’lı yoksul bir işçiydi. Camus’nun doğumundan hemen sonra, 1. Dünya Savaşında ilk Marne Çarpışmasında vefat etti. Annesi, çocuklarına bakabilmek için ev işlerinde çalıştı. Camus, erkek kardeşi Lucien ve annesi, Cezayir’in işçi mahallelerinden birindeki iki odalı bir evde, anneannesi ve felçli dayısıyla beraber yaşadılar.

Camus, denemelerinden oluşan ilk kitabı L’Envers et l’endroit’da (1937; Tersi ve Yüzü,) bu yıllarda yaşadığı ortamı anlatır. Annesi, anneannesi ve dayısını tanıtır. İkinci deneme kitabı Noces (1938; Düğün Gecesi) Cezayir köy yaşamına coşkulu bir bakış getirir. Doğanın güzelliğini, yoksulların bile sahip olabileceği bir zenginlik olarak sunar. Her iki kitap da insanın güçsüz, ölümlü yapısı ile maddi dünyanın gücü arasındaki karşıtlığı ortaya koyar.

Camus 1918 yılında ilkokula başladı. Öğretmeni Louis Germain’in yardımıyla bir burs kazandı ve 1923’te liseye girdi.

Albert Camus’nun  Veba hastalığı

Camus, bundan sonra okumaya ve futbol, yüzme ve boks gibi çeşitli spor dallarına merak sardı. 1930’da vereme yakalanınca spor yaşamı sona erdi. Eğitimi de engellendi. Camus, on beş yıldır yaşadığı sağlıksız evden ayrılmak zorunda kaldı. Bir süre boyunca Yoltaire’in görüşlerini benimseyen ve kasaplık yapan bir akrabasıyla aynı evde yaşadı. Daha sonra yalnız yaşamaya karar verdi. Çeşitli işlerde çalıştı. Bu arada Cezayir Üniversitesi’nin felsefe bölümüne girdi.

Üniversitede, özellikle edebiyat ve felsefe alanındaki görüşlerini geliştirmesine yardımcı olan, kendisi gibi futbol aşığı öğretmeni Jean Grenier’den ilham aldı. Plotinus ve Aziz Augustinus’un felsefi yazılarına dayanarak Yunan ve Hristiyan düşüncesi arasındaki ilişkiyi ele alan teziyle, 1936’da yüksek öğrenim diploması aldı.

Sağlığına kavuşmak için Fransız Alpleri’ne gitti

Üniversitede öğretim üyeliği yapmasına imkan sağlayacak Agrege (doçentlik) sınavına aday oldu. Ama hastalığının yeniden şiddetlenmesi bu girişiminin sonuçsuz kalmasına sebep oldu. Sağlığına kavuşmak için Fransız Alpleri’nde bir tatil yöresine yolculuk yaptı. Bu ilk Avrupa gezisinden Cezayir’e, Floransa, Piza ve Cenova üzerinden geri döndü.

 Edebi kişiliği

Camus’un, 1930’larda ilgi alanı bir hayli genişledi. Gide, Montherlant, Malraux gibi çağdaş yazarların yanı sıra Fransız klasiklerini de okudu. Cezayir’in genç solcu aydınları arasında yer aldı. 1934-1935’ te kısa bir süre boyunca Komünist Parti üyesi oldu. Ayrıca Theatre du Travail (İşçi Tiyatrosu) için oyunlar yazdı. Uyarlamalar yaptı, oyun yönetti ve oynadı.

Daha sonra Theatre de l’Equipe (Grup Tiyatrosu) adlı bu topluluk, işçilere iyi oyunlar yapmak amacıyla kurulmuştu. Camus’nun tiyatro sevgisi yaşamının sonuna değin sürdü. Ama en az ilgi gören yapıtları da oyunları oldu. Yine de (sırasıyla) 1944 ve 1945’ te sahnelenen Le Malentendu (Yanlışlık) ve Caligula (Caligula) uyumsuzluk tiyatrosunun dönüm noktaları olarak kabul edilir.

1956’da Faulkıler’ın Requiem For a Nun (Bir Rahibenin Ruhu İçin Dua) adlı eserinden ve 1959’da Dostoyevski‘nin Besi (Ecinniler) adlı romanından esinlendiği sahne uyarlamaları da tiyatroya sağladığı önemli katkılardır.

Birinci Dünya Savaşından önceki iki yıl AlgerRepublicain gazetesinde başyazarlık, yayın yönetmeni yardımcılığı, politika muhabirliği ve kitap eleştirmenliği gibi çeşitli alanlarda görev aldı. Sartre’ın ilk edebiyat yapıtlarının bazılarını tanıttı. Kabilya bölgesi Müslümanlarının toplumsal koşullarını ele alan önemli bir yazı dizisi hazırladı.

Edebiyat alanında tanınan biri olmuştu

Actuelles 3 (1958) adlı kitabında kısaltılarak yeniden yayımlanan bu makaleler, 1954’te Cezayir Savaşı’na neden olan birçok haksızlığı 15 yıl öncesinden belirtiyordu. Camus, politik-ideolojik olmaktan çok insancıl bir yaklaşımla ama sömürgeciliğin sebep olduğu haksızlıkları unutmadan, Fransa’nın gelecekte de Cezayir yaşamında etkili olabileceğini tahmin etti. Fransız işgalinin son yıllarıyla kurtuluşu takip eden yıllar en etkili gazetecilik dönemi oldu. Camus, Paris’in günlük “Combat” gazetesinin genel yayın yönetmeni olarak adalete, hakikate ve her türlü siyasal eylemin sağlam bir ahlaki temele dayanması inancına bağlı, bağımsız bir sol çizgi izledi. Daha sonra gerek sağın, gerek solun kısa süreli çıkarlara yönelik politikalarının yarattığı hayal kırıklığıyla 1947’de Combat ile ilgisini sonlandırdı. Artık Camus, edebiyat alanında tanınan biri olmuştu.

Savaştan önce başladığı ve 1942’de yayımlanan ilk romanı L ‘Etranger’de (Yabancı, 1953), 20. yüzyıl insanının içine düştüğü yabancılaşmayı ele aldı. Çağdaş nihilizmi saçma (absürd) olgusu anlamında ele alan felsefi denemesi Le Mythe de Sisyphe de (Sisyphe Efsanesi) aynı sene yayımlandı.

Marksizme yakın kuramcıların sert çıkışlarına yol açtı

Nihilizmin üstesinden gelme yollarını aradığı ikinci romanı La Peste (1947; Veba) Oran’da bir salgın hastalığı yenmeye çalışan insanları temsil eden bir öyküdür. Romandaki kişiler, salgına karşı verdikleri savaşta başarısız olacaklarını bile bile pes etmeden, insanın değerini ve insanlar arası kardeşliği savundukları için önem taşırlar. Bu yapıtıyla Camus, düşüncesinin mihenk taşı olan “absürt=saçma” kavramından ahlaki ve metafizik “başkaldırı” düşüncesine geçti.

İkinci uzun denemesi L’Homme revolte’de (1951; Başkaldıran İnsan) bu düşünceyi siyasal-tarihsel devrime karşıt olarak ele alması tepki topladı. Marksist eleştirmenlerle Jean-Paul Sartre gibi Marksizme yakın kuramcıların sert çıkışlarına yol açtı.

Diğer önemli edebiyat yapıtları, başarılı tekniğiyle övgü topladı. Bunlar, La Chute (1956; Düşüş) adlı romanı ve L’Exil et le royaume (1957; Sürgün ve Krallık) adlı öykü kitabıdır.

İntihar temel bir çelişki barındırır

Teknik ve akademik anlamda bir felsefeci sayılmayan Camus, yine de değerli felsefi görüşler ortaya koymuştur. Soren Kierkegaard, Friedrich Nietzsche ve Martin Heidegger gibi filozofların başlattığı geleneği takip ederek insanın dünya içindeki yerine anlam ve eylem açısından baktı. Felsefe görüşünde önemli bir yer alan kişinin toplum ve tarihle olan bağını “yalnızlık” ile “dayanışma” kavramları yoluyla ele aldı.

Düşünsel gelişmesi iki dönemde gerçekleşen Camus, ” saçma” kavramı üzerinde yoğunlaştığı birinci dönemde intihar, “başkaldırı” yı işlediği ikinci dönemde ise cinayet olgusunu işledi. İki dönemin ortak tarafını oluşturan mutlak son ölüm ise, yaşamın anlamsızlığını ve dolayısıyla “saçma” yaşantıyı meydana çıkaran temel olgudur. Camus’a göre intihar temel bir çelişki barındırır. Yaşamı anlamsız bularak intihar eden insan, aslında bu hareketiyle uğrunda yaşayabileceği bir anlamın varlığını ispatlar. Yaşam anlamsızsa, insanın icraatte bulunmak, dolayısıyla da intihar etmek için nedeni yoktur. Ayrıca “dünyayı ateşe vererek” yani başkalarını da öldürerek ölebileceği halde tek başına ölmeyi seçen insan, en azından diğer insanların yaşamalarında bir anlam görmüştür.

Camus başkaldırıyı “metafizik” ve “tarihsel” biçimde ikiye ayırır

Camus, Sisyphos Söyleni’nde “dünyanın saçmalığı” ve “yaşamın anlamsızlığı” gibi intihara varan yaşantıları edebiyat ve tarih ilişkileri içinde belirli kişiliklerde izler. Sisyphos’u bunlara karşı bir kişilik olarak çıkarır. Tanrıları sürekli boşa çıkacak umutsuz bir iş yapmakla, hep sürekli aşağıya yuvarlanacak taşı tepeye çıkarmakla cezalandırdığı Sisyphos’un en önemli özelliği, cezasını bilinçli olarak kabul etmesidir.

Sonunda cezasına ulaşan bütün hayatını “evetlemiş” olmakla kendi “kaderi”ne egemen olur. Bu düşünce sonradan Veba’da, ortadan kaldıramayacağını bildiği halde vebayla savaşan Doktor Rieux’nun kişiliğine yansır. Dünyanın saçmalığını, mağlubiyetin sonu olmadığını bile bile kötülüklere karşı çıkmak, yaşamaya anlam katmaktır.

Veba’da da işlenen başkaldırı konusu ikinci döneminin en önemli felsefi eseri olan “Başkaldıran İnsan”da geliştirilir. Camus, başkaldırıyı “metafizik” ve “tarihsel” biçimde ikiye ayırır. Bir bütün olarak “dünyanın anlamsızlığı “na başkaldırmak ile belirli tarihsel durumlarda, toplumu değiştirmek, kötülükleri gidermek, daha iyi bir düzen kurmak amacıyla eylemde bulunmayı da ele alır.

Albert Camus eşi kimdir?

Albert Camus, 1934 yılında 21 yaşındayken evlendi. Simone Hie ile yaptığı evlilik kısa sürmüştür. Çünkü, Simone Hie bir morfin bağımlısıydı ve eşine karşı sadakatsizdi. İkinci evliliğini Francine Faure ile yapmıştır. Bu evlilikten Catherine ve Jean adını verdikleri ikiz çocukları olmuştur.

Albert Camus Nerede ve ne zaman öldü?

Camus, Nobel Edebiyat Ödülü’nü 44 yaşında kazandı. Mütevazi mizacıyla, “ödül komitesinde olsaydı, oyunu Andre Malraux’ya vereceğini” söyledi. Camus, ödül töreninde gerçekleştirdiği konuşmaya Discours de suede (Sanatçı ve Çağı) adını verdi. Üç yıl geçmeden yayımcısı Gallimard ile bir trafik kazasında (47 yaşında) vefat etti. (1960)

Romancı, tiyatro yazarı düşünür ve politik kuramcı olarak 2. Dünya Savaşından sonra yalnız Fransa’da değil, Avrupa’da ve bütün dünyada kendi kuşağının sözcüsü, sonraki kuşağın da yol göstericisi oldu. Özellikle insanın kendisine yabancı bir evrendeki tek başınalığı , bireyin kendisine yabancılaşması, kötülük, her şeyin ölümle sona ereceğini bilmenin yarattığı bunalım gibi duyguları işleyen yazılar kaleme aldı. Savaş sonrasında aydınların içine düştüğü yabancılaşma ve düş kırıklığını bütün yönleriyle yansıttı. Çağdaşlarının nihilizmini anlayışla karşılamakla birlikte doğruluk, ılımlılık, adalet gibi değerleri savunmanın önemini de ileri sürdü.

 

Paylaşın